Aydınlanma doğanın ta
kendisidir. Ancak bu asla böyle ifade edilmemiştir; tam tersine insanların zihinleri,onlara “doğaüstü” gibi güzel isimler verilerek doğaya karşı hedefler yaratılarak
kirletilmiştir. Ve insan bu tuzağa çok basit bir neden yüzünden düşmüştür: Sen zaten doğal olanın içindesindir. O bir
heyecan değildir ve o bir meydan okuma değildir ve o senin egonu kanıtlayacağın bir çağrı değildir. O uzaktaki bir yıldız değildir. Zihin kendi besini için çok zor, neredeyse imkânsız bir şey
ister. Sadece imkânsız bir şeyi başarabilirsen özel birisi olduğunu hissedebilirsin. Aydınlanma bir yetenek değildir. Bu kişinin doğuştan bir bilim adamı, şair, ressam olması gibi değildir; bunlar
yetenektir. Aydınlanma basitçe, herkesin yaşamının
kaynağının ta kendisidir. Evinin dışına dahi gidip aramana gerek yoktur.Evinin dışına gidip onu arayarak onu kaçırmışsındır ve kimse senin ne zaman eve geri döneceğini
bilmez. Aydınlanma, “Ben her zaman olmak istediğim şeyim ve asla başka bir şey olmadım ve hiçbir zaman da başka bir şey olamam” gerçeğinin fark edilmesinden başka bir şey değildir. Doğanın
tanımının ta kendisi onun ötesine geçememendir. Gayret sarf edebilirsin ve ıstırap, endişe, acı yaratacaksın ama onun ötesine geçemeyeceksin. Sen osun.
Kendinin ötesine nasıl
geçebilirsin?
O senin yaşam kaynağının, senin varoluşunun ta kendisidir. Nereye gidersen git o olacaksın. Kendileriyle ilk tecrübeleri sadece katıla katıla gülmek olan insanlar olduğu kayıtlara
geçmiştir. Yapmaya çalıştıkları şeyin saçmalığını
görmek…onlar kendileri olmaya çalışıyordu! Bu, dünyadaki yegâne imkânsız şeydir çünkü sen zaten osun; nasıl o olmaya çalışabilirsin? Ancak din adamları, sözde dini liderler ve seni köleleştirmek
isteyenlerin tümü sana idealler vermişlerdir. Sana, “Belirli bir şekilde davranmadığın sürece, yanlışsın” demişlerdir. Sana tembihlenen şeyleri yapmazsan iyi değilsin. Hiç kimse bu insanlara, hiçbir
zaman “Başkaları için karar verme yetkisini size kim verdi, bir şeyin iyi olduğunu düşünüyorsanız yapın ama başka kimseye sizi takip etmelerini söyleme hakkına sahip değilsiniz” dememiştir.
En büyük üçkâğıtçılar, en büyük zehirleyiciler peşinden gitmeyi yaratmış olan insanlardır çünkü peşinden gitmek basitçe kendine karşı bir saçmalığın içine senin konman demektir: Sana asla olamayacağın başka birisi olmak zorunda olduğun söylenir. Bu tüm dünyada muazzam bir ıstırap yaratmıştır. Kökleri görmediğimiz sürece ıstırap kaybolamaz. Teknolojimizi, aletlerimizi çoğaltıp durmaya devam ediyoruz ama ıstırap sürüyor. Sadece yoksul insanın mutsuz olduğu doğru değildir; benim kendi tecrübeme göre yoksul insan zengin insandan daha az mutsuzdur. Yoksul insanın en azından umudu vardır. Zengin insan umutsuzca yaşar. Artık o yapabileceği her şeyi yapmış olduğunu bilir ve hayatı her zamanki kadar boştur; belki de daha boş. Ve ölüm yaklaşıyor; hayat her an daha çok kısalıyor ve o para, güç, prestij biriktirerek onu harcamıştır. O kendi hayatını bir aziz olmak için, insan yapımı tanrıların önünde dua ederek harcamıştır. Bütün bunlar sen sadece asla, basitçe kendin olamayasın diye yapılmıştır. Ben sana sadece basit bir ahlak öğretiyorum ve o da şudur: Asla kendi doğana karşı gelme. Tüm çağların tüm budaları onun karşısında bile dursa hiç umursama. Onların seninle hiçbir alakası yoktur. Onlar kendileri için doğru olduğunu hissettikleri şeyi yaptılar. Sen senin için doğru olduğunu hissettiğin şeyi yapmak zorundasın. Ve doğru olan nedir? O hiçbir kutsal metin tarafından tanımlanamaz. O hiçbir dışsal kriter tarafından tanımlanamaz. Anlaşılması gereken içsel bir kriter vardır: Seni mutlu yapan şey iyidir.Sana mutluluk veren şey yegâne ahlaktır. Seni mutsuz yapan şey yegâne günahtır. Seni kendinden uzaklaştıran şey kaçınılması gereken yegâne şeydir. Sadece kendi içinde zevk al ve aydınlanmışsındır. Sen her zaman aydınlanmışsındır, aydınlanmamış olmanın bir yolu yoktur. Pek çok şekilde denemiştim ama şunu itiraf etmeliyim ki başarısız oldum: Aydınlanmamış hale gelemedim. Hangi pozisyonda, ne tür şey yaparsam yapayım şaşırmıştım: Kuzeye de ya da güneye de gitsem aydınlanmış olarak kaldım.
Japonya’da güzel bir oyuncak bebek vardır…belki de onlar en güzel oyuncak bebekleri yapan insanlardır. Ve bu oyuncak sıradan bir oyuncak bebek değildir. Onun Japonya’daki adı, daruma’dır. Ama o Bodhidharma isminin Japonca’daki bozulmuş halidir. Oyuncak bebek Bodhidharma’nın anlayışına uygun olarak yapılmıştır. Bebeğin bacakları ağırdır başa doğru son derece hafiftir. Bu yüzden onu nereye istersen atabilirsin ama o her zaman lotus pozisyonuna gelir. Ona hiçbir şey yapamazsın. İnsanlar unutmuş olabilir; o sadece çocukların oynayacağı bir bebektir. Ancak o benim söylediğim ve Bodhidharma’nın söylemiş olduğu şeyi temsil eder: Aydınlanmamış olman için hiçbir yol yoktur.
Aydınlanmak zorunda olduğun fikrini zihnine kim yerleştirdi?
Kızlar kolejindeki evde kalmış yaşlı bayan Prim açılış konuşmasını yapıyordu. “Şimdi kızlar, ne zaman dışarı çıkarsanız hatırlayın: Sokaklarda sigara içmek yok, herkesin içinde kötü davranış yok. Ve erkekler size sarkıntılık ettiğinde kendinize sorun: Bir saatlik zevk hayat boyu utanca değer mi? Şimdi kızlar herhangi bir sorunuz var mı?” Salonun arkalarından bir yerden bir ses geldi, “Bir saat sürmesini nasıl sağlıyorsunuz?” Etrafında seni çıldırtan insanlar vardır. Aksi taktirde her şey mükemmel bir şekilde olması gerektiği gibidir. Bu en mükemmel dünyadır, hiçbir şey eksik değildir. Ancak birkaç kafadan çatlak, diğer bazı insanları asla gerçekleştiremeyecekleri gölgelerin peşinden koşturmadıkları sürece oturdukları yerde rahat duramazlar. Ve onlar ne kadar bunu gerçekleştiremeyeceklerini hissederlerse, o kadar çok anlamsızlık, çaresizlik, büyük bir boşluk hissederler…ve bir üzüntü yerleşir ve zaman geçtikçe giderek kalınlaşır. Asla seni mutsuz kılacak bir kriteri kabul etme. Asla sana suçluluk hissettirecek bir ahlakı kabul etme. Asla senin basit doğanın üzerine dayatılan herhangi bir şeyi kabul etme. Sadece kendin ol ve sen mükemmelsindir. Kendinden uzaklaş ve başın büyük derttedir. Herkesin başı derttedir.Binlerce insanla temas kurmam sonucunda edindiğim tecrübe şudur ki gerçekten mutsuz tek bir insan dahi görmedim. Tam tersine, mutsuzluklarından zevk alan, ıstıraplarını abartan insanlar gördüm, insan, güzel çiçekler açabilecek insanların büzüştüğünü görünce büyük bir şefkat duyuyor. Onlar kendi evlerinin yolunda kaybolmuştur. Ve herkes onların başka bir yere gitmesi için yardım ediyor: Bir Buda ol, bir İsa ol, bir Musa ol.” Ancak hiç kimse sana “Sadece kendin ol” demez. Sen ve Musa arasında ne bağlantı vardır? İsa Mesih ve senin arandaki bağ nedir? Ancak insanlar, bir gün hayallerindeki ideallerin gerçekleşeceğini umut ediyor, dua ediyor, tapınıyor. Doğal olarak onlar başarısızdır. Sen bir gül goncasısın ve bir gül olacaksın. Bırak tüm dünya kötülesin veya takdir etsin, önemli değil. Bir insan bir kez durup, “Kendimi ortaya koyacağım” dediğinde bunun ego ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu basitçe kendisini binlerce yıldır bozulmuş olan suçlu bir dünyaya karşı koruyor demektir. Kendini korumak için, zehirlenmemek için her türlü hakka sahipsin. Ve senin içinde iyiliğe, herhangi bir dine, herhangi bir ahlak kuralına, herhangi bir yönteme, aydınlanmak için herhangi bir çabaya gerek kalmayacaktır. Sadece doğal olmak hayal bile edebileceğinden daha fazlasıdır. İnsan dışındaki bütün varoluş aydınlanmıştır. Hiç kimse başka bir şey denemiyor; herkes huzurlu, evrenin içinde yuvasında.
En büyük bilim adamlarından birisi olan Julian Huxley‘in belli bir hipotezi vardır, bunu kanıtlamanın hiçbir yolu yoktur fakat onun belli bir önemi varmış gibi gözüküyor. Tüm hayatı boyunca yaptığı araştırmalardan sonra vardığı sonuç şudur: “Görünen o ki insan mekanizmasında bir şey yanlış gitmiştir. Çünkü hiçbir ağaç kaygılı görünmüyor, hiçbir hayvan vahşi doğada intihar etmiyor, hiçbir hayvan vahşi doğada eşcinsel olmuyor.” Ancak hayvanat bahçelerinde garip bir şey olur. Hayvanlar hayvanat bahçesinde tutulduğunda senin insanlığının büyük niteliklerinin bazılarını edinmeye başlar; eşcinsel olurlar. Hayvanların hayvanat bahçelerinde intihar ettikleri bile görülmüştür. Onlar sapkınlaşırlar, onlar atalarından hiçbirinin binlerce yıldır yapmamış olduğu şeyleri yapmaya başlarlar. Hayvanat bahçesinde ne olur? Onlar insan toplumunun bir parçası olurlar. Onlar insanoğlunu taklit etmeye başlar. Onlar yollarından sapar, onlar doğallığını yitirir. Bana sorarsan insan dışındaki tüm varoluş mükemmel bir şekilde sağlıklıdır, mükemmel bir şekilde huzurludur. Julian Huxley’in fikrinin pragmatik bir değeri vardır. Neyin yanlış gittiğini kanıtlamak mümkün olmayabilir çünkü insan çok karmaşık bir mekanizmadır. Ancak bir şey kesinlikle yanlış gitmiştir. Benim vizyonuma göre yanlış giden şey kalıtsal bir şey değildir. O her çocukla birlikte yeniden ve yeniden gerçekleşen bir şeydir. Çünkü her çocuk akıl sağlığı yerinde olmayan bir toplumda doğar. Ve o, akıl sağlığı yerinde olmayan insanların yöntemlerini öğrenmek zorunda kalır. Biraz zekâ kapasitesine sahip olduğu zaman çoktan zehirlenmiştir. Zaten çok geç olmuştur, o bir taklitçi haline gelmiştir. Çocuklar masumdur. Onlar dünyaya ne olacağı hakkında hiçbir fikirleri olmadan gelirler. Doğal olarak kendilerini insanlarla çevrelenmiş bulurlar, onları taklit etmeye başlarlar. Bu onların öğrenme şeklidir. Fakat bu taklit etme ve öğrenme sürecinin içerisinde Julian Huxley’in kalıtsal olduğunu düşündüğü büyük bir hata meydana gelir. O kalıtsal değildir, o kültüreldir. O, yetişkinler yüzündendir. Çocuğun başka bir yolu yoktur. O hasta insanlardan öğrenmek zorundadır. Ve bu hasta insanlar hasta olmayan hiç kimseye katlanamayacaklardır. Sağlıklı olan herhangi birisinden, aklı başında olan herhangi birisinden nefret edilecektir, hapse atılacaktır, ölümüne taşlanacaktır çünkü kalabalık iki şey arasında seçim yapmak zorundadır: Ya tek bir birey doğrudur; o zaman tüm kalabalık ve tüm tarih yanlıştır. Ya da tüm kalabalık ve onun ‘pırıltılı geçmiş’ olarak adlandırdığı uzun geçmişi doğrudur. O zaman bu adamın silinmesi gerekir; aksi taktirde o sürekli bir soru işareti olacaktır. Sokrat’ın zehirlenmiş olması boşuna değildir. Sokrat’a katlanılamaz. Onun mevcudiyetinin kendisi acı verir çünkü onun yüksekliği, onun zekâsı, onun dürüstlüğü, bunların hepsi senin ikiyüzlü olduğunu kanıtlar. Kalabalık kesinlikle tek bir adamın standardını tüm insan türünün tarihine karşı kabul etmeye istekli değildir. Bu adamı yok etmek, bu adamdan kurtulmak daha iyidir. O sürekli dürtüyor; senin dürüst olmadığını, yalanlarla yaşadığını, tanrılarının sahte olduğunu, umutlarının teselliden başka bir şey olmadığını, çıplaklığını gizlemeye çalıştığını söylüyor. Elbiselerinin altında tamamıyla farklı bir kişi olduğunu gayet iyi biliyorsun. Bu insanlar hatırlatıcıdır ve kendine karşı dürüst olmadığının hatırlatılması canını yakar. Senin sevginin sevgi değil kıskançlık olduğunu bilmek canını acıtır; o nefretin sulandırılmış bir şeklidir. Senin tanrılarının kesinlikle sahte, senin kendi yaratımın olduğunu; kutsal kitaplarının herhangi bir kitap kadar kutsal olmadığını bilmek seni incitir. Sokrat gibi bir adamı ortadan kaldırmak daha kolay görünür. Ve ıstırabın içinde daha rahat olursun ve yine aydınlanmış hale gelmek için çabalamaya başlarsın. Bu çok garip bir durumdur. Ne zaman birisi doğalsa ve aydınlanmışsa onu yok edersin ve sonra da aydınlanmış hale gelmenin yollarını bulmaya çalışırsın. Belki de senin aydınlanmış hale nasıl gelineceği arayışın aydınlanmayı ertelemek için kurnazca bir stratejiden başka bir şey değildir. Aslında ertelemek demek bile doğru değildir. Sen aydınlanmışsındır ve sen aydınlanmamış olmaya çalışıyorsun. Senin bir Katolik olman, bir Protestan olman, bir Hindu olman, bir Müslüman olman; çabanın tümü kendi aydınlanmanı fark etmemek için bir araçtan başka bir şey değildir.
Sadece doğal ol, böylelikle varoluşla uyumlu halde kalabilirsin. Böylelikle yağmurda dans edebilirsin ve güneşte dans edebilirsin ve ağaçlarla dans edebilirsin ve hatta taşlarla, dağlarla, yıldızlarla dostluk kurabilirsin. Bunun dışında bir aydınlanma yoktur. Şöyle tanımlayayım: Aydınlanma varoluşla uyumlu olmaktır. Doğayla uyumlu olmak —her şeyin doğası— aydınlanmadır. Doğanın karşısında sadece ıstırap vardır ve senin tarafından yaratılan ıstıraptır. Başka hiç kimse bundan sorumlu değildir.
Aydınlanmanın gerçekleşmesi için özel bir yere, özel bir zamana ihtiyacı var mıdır?
Her yer özeldir çünkü her yer Tanrı ile dolup taşmaktadır. Hiçbir yer sıradan değildir. Aydınlanma senin tuvaletinde bile gerçekleşebilir. Aydınlanma senin tuvaletinden korkmaz! O herhangi bir yerde olabilir. Kutsal yerlere gitmene gerek yoktur. Öyle bir yer yoktur. Tüm varoluş kutsaldır! Varanasi’ye ya da Kudüs’e ya da Kabe’ye gitmene gerek yoktur; hepsi saçmalıktır. Her yer Tanrı ile doludur. Her nokta özeldir. Ve hangi özel zamanı soruyorsun? Aydınlanma için belli bir iklim, belli bir mevsim var mıdır? Aydınlanma aslında gerçekleşen bir şey değildir. Şayet gerçekleşen bir şey olsaydı, o zaman belki belirli bir toprakta, belirli bir iklimde, belirli bir yerde, belirli zamanlarda daha olası olabilirdi. Ancak aydınlanma gerçekleşen bir şey değildir.
Aydınlanma basitçe bir farkındalıktır; her zaman aydınlanmış olduğunun, tek bir anlığına bile onu kaybetmemiş olduğunun, sadece uykuya dalmış olduğunun farkında olmaktır. Bu yüzden sen Zen ustalarının garip satori tecrübeleriyle karşılaşırsın.Birisi pazardan geçmektedir ve bir başkasının Diamond Sutra’yı ezberinden okuduğunu duyar. Sadece tek bir satırı duyarak aydınlanır. Sadece Diamond Sutra’dan tek bir satır duyarak, en başından beridir aydınlanmış olduğunu duyarak bu nasıl mümkün olur? Evet, bu olabilir çünkü aydınlanma senin doğandır, senin doğanın ta kendisidir. O dışarıdaki bir şey değildir. Çiçek zaten açıyor, sadece sen ona bakmıyorsun. Sen başka yerlere bakmayı sürdürüyorsun, içine bakmıyorsun. Bu gerçekleşebilir… Bazen usta müride vurur — ustanın elindeki kafasına gelir ve bir şey onda tetiklenir— ve ansızın düşünme durur. Birden o fark eder, farkındalığa ulaşır. Herhangi bir şey… Bir müridin sessizce oturup meditasyon yaptığı, aylarca, yıllarca meditasyon yaptığı söylenir. Usta gelir, elinde bir tuğlayla gelmiştir ve bir Buda gibi oturmakta olan müridin önünde onu ovuşturmaya başlar. Ve mürit hareketsizce, bir heykel gibi saatlerce oturma konusunda son derece becerikli hale gelmişti. Şimdi ise bu usta taşın üstünde tuğlayı ovuşturuyordu, mürit muazzam bir rahatsızlık hissetmiş olmalı. Sinirleri tepesine çıkmış olmalı: Birisi onun tam önünde bir tuğlayı ovalıyor ve bu kendi ustasından başkası da değil! Kontrol etmeye ve kontrol etmeye çalıştı ve sonra çok fazla geldi ve “Durdurun şunu! Ne yapıyorsunuz?” dedi. Ve usta, “Bu tuğladan bir ayna yapmaya çalışıyorum — ovuşturuyorum, ovuşturuyorum, ovuşturuyorum — bir gün o bir ayna olacak” dedi. Ve mürit kahkaha attı, “Çıldırmış olmalısınız.” Ve usta dedi ki “Peki ya sen? Sen zihninin tuğlasını yıllardır ve yıllardır ovuşturuyor ve ovuşturuyorsun ve herhangi bir şey olacağını mı zannediyorsun? Birden bulutlar dağıldı: “Evet!” Mürit fark etti, ustanın ayaklarına kadar eğildi. Ancak usta farkında olmama katmanının çok kalın olduğu anlara dikkat etmek durumundadır. Aydınlanma herhangi bir yerde gerçekleşebilir, herhangi bir an gerçekleşebilir. Sen sadece ona izin vermelisin. Bu yer ve zaman meselesi değildir, bu senin ona izin vermenle ilgilidir.
Bir
hikâye modern bir Zen hikâyesi; onu Zen kitaplarında bulamazsın: Bir Arayanın Aydınlanması.
Ciddi bir genç adam yirminci yüzyılın ortalarındaki Amerika’nın çatışmalarını kafa karıştırıcı bulmuştu. Pek çok insana başını derde sokan anlaşmazlıkları çözmek için bir yol arayışı ile gitti. Ama
dertleri bitmedi. Bir gece bir kahvede kendinden menkul bir Zen rahibi ona şöyle dedi: “Senin için yazdığım şu adresteki yıkık konağa git. Orada yaşayanlarla konuşma: Yarın akşam ay doğana kadar
sessiz kalmak zorundasın. Ana holün sağındaki büyük, geniş odaya git, kuzeydoğu köşesindeki taş dolgunun üzerine lotus pozisyonunda otur, köşeye otur ve meditasyon yap.” Zen rahibinin tarif ettiği
gibi yaptı. Meditasyonu sıklıkla endişeler tarafından kesintiye uğratıldı. O ikinci kattaki boru bağlantılarının ve üzerinde oturduğu diğer edevatın kopup düşeceğinden endişeleniyordu. Ayın bir
sonraki gece ne zaman doğduğunu nereden bileceği hakkında endişelendi. Odadan, aralarından geçtiği insanların kendisi hakkında söylediklerinden endişelendi. Endişelenmesi ve meditasyonu, sanki onun
inancını test edermiş gibi ikinci kattan üstüne pis sular dökülünce rahatsız edildi. Aynı anda iki kişi odaya girdi. Birinci adam ikincisine orada oturan adamın kim olduğunu sordu. İkincisi
cevapladı, “Bazıları kutsal bir adam olduğunu söylüyor, diğerleri ise bok kafalının teki.” Bunu duyunca adam aydınlanmıştı. Bu sadece herhangi bir durumda hazır olmakla ilgili bir şeydir. Şimdi bunu
duymak —bir Diamond Sutra değil— ancak o, bunu duymuş olmalı, o anda bütünüyle dikkat kesilmiş olmalı. Doğal olarak birisi senin hakkında, “Bazıları kutsal bir adam olduğunu söylüyor, diğerleri ise
bok kafalının teki” dediğinde tüm düşünme durmuş olmalı: Bunu duyunca adam aydınlanmış. Herhangi bir zaman herhangi bir yerde başına gelebilir. Aydınlanma mevcuttur. O dışarıdan gelmez. Düşünceler
kaybolduğunda, o senin içinden gelir. Düşünceler senin dikkatini dağıtmadığında ve ansızın sen sessizsindir. Basitçe uyanık, basitçe dikkat kesilmişsindir. O
senin varlığının en derindeki özünden gelir. Ve o hoş bir koku gibidir. Ve bir kez onun gerçekleştiğini görürsen o sonsuza dek senindir.
Herkesin bu kadar çok aydınlanmayı istediğini görüyorum. Aynı zamanda korktuğumuz da bir gerçek değil mi? Kendi varlığımızın içinde rahatlamaktan bizi alıkoyan korku nedir?
Pek çok korku vardır, bir tane değil. İlki eğer aydınlanmak istersen psikolojik olarak ölmek zorundasındır. Yeni bir ruhsal varlık olarak yeniden doğmak zorundasın. Ve sen ruhsallık hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Kendin hakkında bildiğin her şey egonun etrafında merkezlenmiş olan zihnindir. Senin olmadığın bir şey ile özdeşleşmiş olman ve her zaman olduğun, her zaman olacağın şeyi unutmuş olman çok garip bir olgudur. Başka herhangi bir şey olmanın hiçbir yolu yoktur. Senin varlığın varoluşsal olana aittir. Ancak katman katman koşullanmışlık vardır: Ailenin, öğretmenlerin, din adamların, politikacıların. Seninle, gerçek senle ve seninle ve gerçek olmayan sen arasında upuzun sıralanmış insanlar vardır. Ve doğal olarak sen anne babanı sevdin, onlar seni sevdi. Sana yapmış oldukları her şey bütünüyle bilinçsizceydi, amaçsızdı. Onlar hiçbir zaman senin bir ikiyüzlü olmanı istemedi ama seni bir ikiyüzlü yaptılar. Onların niyetlerinden hiç şüphem yok. Onların niyeti seni çok büyük bir şey yapmaktı ama onlar senin kadar bilinçsizlerdir. Onların anne babası onlara miras olarak kendi bilinçaltlarını vermiştir. Ve bu Adem ve Havva’dan beri sürmektedir. Her kuşak gelecek olan kuşağı her türden pislikle, hurafelerle, aptallıkla doldurmaya devam eder. Ancak onlara kızma. ‘Kızgın genç adam’ hakkında bir şeyler duymuşsundur. Kızgın genç adam bir aptaldır. Öfke hiçbir şey çözmeyecektir; o her şeyi daha zor ve daha karmaşık hale getirecektir.Senin anne baban, senin öğretmenlerin, senin komşuların öfkeyi hak etmiyor; onlar şefkati hak ediyor. Onlar başka bir şey yapamazlardı. Tüm iyi dilekleriyle seni mahvetmişlerdir, tıpkı onların anne babalarının onları mahvettiği gibi. Ve şayet sen aydınlanmazsan kendi çocuklarını mahvedeceksin. Onların iyiliği için onlara her türden saçmalığı vereceksin. Sana, sen bir Hıristiyansın, sen bir Hindusun, sen bir Müslümansın denmiştir. Sen bu dünyaya bir tabula rasa olarak geldin; üzerine hiçbir şey yazılı değildi. Anne baban üzerine saldırdı ve seni bir Hıristiyan yaptı ve Hıristiyanlık fikrini sana zorla dayattı ve senin korkularını, senin hırsını, onu sende yerleştirmek için kullandı. Sen cehennemden korkutuldun, sen cennet için hırslandırıldın. Elbette onlar senin günah yoluna sapmamanı ama sevabın saltanat yolunu izlemeni istediler. Onların niyetlerinde yanlış hiçbir şey yoktu; sorun olan onların niyetleri değildir. Sorun olan şey onların bilinçli olmamaları, sana ektikleri tohumların zehir tohumu olmasıdır. Hiçbir iyi dilek, hiçbir iyi niyet bu tohumları değiştirmeyecektir. Ve bir kez onlar sende kök saldıktan sonra onlardan kurtulmak giderek daha da zorlaşır. Çünkü sen zehir ağacı ile özdeşleşmişsindir. Bir Hıristiyan’ın Hıristiyanlığı bir kenara bırakması çok zordur. O ihanete benzer bir şey yaptığını hissedecektir. Hıristiyanlığı bir kenara koyarak o, İsa Mesih’e ihanet etmiş gibi hissedecektir. O kimseye ihanet etmiyor. O basitçe her türden insanın onun üzerine koymuş olduğu koşullanma pisliğinden kurtulmaya çalışıyor. Korku budur. Herhangi bir koşullanmayı bırakmaktan korkarsın çünkü bu koşullanma sana belli bir kişilik verir. Fakat sen bunun farkında değilsindir, bu yüzden bu konuda endişelenmezsin. Kişiliğin senin bireyliğinin yerini almıştır. Ve kişiliğini fırlatıp atmak demek tüm geçmişin, onun hepsi demektir. Seçme şansı yoktur… Onda kötü taraflar vardır, onları at ve onda iyi taraflar vardır, onları koru diye bir şey söz konusu değildir. Senin tüm geçmişin sana başkaları tarafından dayatılmıştır, bu yüzden onun iyi ya da kötü olmasının bir önemi yoktur. Hatırlanması gereken önemli şey onun senin bir keşfin olmadığıdır. Onun hepsi ödünç alınmıştır. O ikinci eldir, üçüncü eldir. Belki de milyonlarca elden geçmiştir. O gerçekten kirlidir. Ondan bütünüyle kurtulmak zorundasın. Bütünüyle kendini kaybetmiş hissedeceğin bir boşluk olacak. Kim olduğunu, kendini tanıyordun. Kim olduğunu bilmediğin bir boşluk gelecek. Ancak bu güzel bir deneyimdir. Çünkü masumiyetin geri gelmiştir. Yeniden doğarsın; o yeni bir doğumdur. Artık keşfetmeye başlayabilirsin. T üm arazi yenidir, asla daha önce burada olmamıştın. Varoluşunun çeperinde dolanıp dolanıp duruyordun. Bu maceralıdır, çok büyük bir meydan okumadır. Korku ortaya çıkar. Korku ortaya çıkar çünkü olduğunu zannettiğin şey ellerindedir. Ve benim bahsettiğim bireysellik senin ellerinde değildir. Ne keşfedeceğini ya da keşfedilecek bir şey olup olmadığını bilmiyorsun. Pek çok dilde bir deyim vardır… benzer deyimler: “Elinde olan yarım ekmek uzakta olan bütün ekmekten daha iyidir.” Ve ben senden bu yarım ekmeği şu an senden çok uzakta olan bir şey için bırakmanı istiyorum. Korku doğaldır.
O endişelenecek bir şey değildir, sadece anlaşılması gerekir. Sadece senin için korkulacak hiçbir şey olmadığını net bir şekilde söyleyebilirim. Doğumdan sonra sana eklenmiş olan her şeyi bırakabilirsin; yine de yaşıyor olacaksın, sadece yaşamak değil, bolluk içinde yaşamak. Ölümü beklemene gerek yok.Kişiliğini şimdi ölüme ve yeniden doğuma verebilirsin. Aydınlanma tam olarak budur: Kişilik ölür ve kişilik tarafından bastırılmış olan bireysellik gelişmeye, çiçek açmaya başlar. Ancak senin sorun başka bir soru daha ortaya çıkarır. Beni dinleyerek ya da aydınlanma fikri üzerine okuyarak onun için hırslanmaya başlarsın. En başından beri ıskaladığın nokta budur. “Aydınlanmak istiyorum” dersin. İstemek engeldir.
Aydınlanmak isteyen bu ‘ben‘ kimdir? Bu ‘ben‘ aydınlanmış olmaktan seni alıkoyan senin egonun kendisidir. Şimdi insanların büyük bir lideri olmaya, dünyadaki en zengin insan olmaya, Amerika’nın ya da Rusya’nın en güçlü başkanı olmaya çalışan ‘ben‘ tüm bu başkanlardan ve tüm bu zengin insanlardan daha büyük hale gelmek için yeni bir fikre; aydınlanmaya sahip olan ‘ben’ ile aynıdır. Ego, “Çok iyi! Aydınlanmak istiyorum” der. Ego aydınlanamaz, sadece karanlık aydınlık olabilir. Beni dinlerken ya da bu fikri başka bir yerden edinirken hatırla: Aydınlanmayı isteyemezsin. Aydınlanabilirsin ama onu isteyemezsin, onu arzulayamazsın. O satın alabileceğin bir mal değildir. O işgal edebileceğin bir ülke değildir. O yaklaşıp bulabileceğin bir yerde —dışarıda— değildir. Aydınlanma, her ikisinin de —kişiliğin ölümü ve bireyselliğin yeniden doğumu — dahil olduğu içsel deneyimin adıdır. Dünyanın her tarafındaki manastırlarda bulunan insanlar aydınlanmayı, uyanmayı, özgürleşmeyi —aynı deneyim için pek çok sözcük—-arzuluyorlar. Ancak onlar sadece aptaldırlar. Aslında onlar aydınlanmayı arzulayarak aydınlanmayı pazardaki bir mal haline getiriyorlar. Aydınlanma arzulanacak bir şey değildir. O zaman kişi ne yapmalıdır? Kişi kendi kişiliğini katman katman anlamak zorundadır. Aydınlanmayı bütünüyle unut, onun seninle hiçbir alakası yoktur. Kesin olan bir şey vardır: Sen aydınlanamazsın. Kim olduğunla başla. Tıpkı soğanın soyulduğu gibi kişiliğini katman katman soy. Bu katmanları atmaya devam et. Yeni katmanlar olacaktır. Ve en sonunda soğanın kaybolduğu ve ellerinde sadece boşluğun olduğu bir an gelir. Bu an aydınlanma anıdır. Onu arzulayamazsın çünkü arzu, soğanına bir katman daha ekler. Ve diğer tüm katmanlardan daha tehlikelidir. Bir cumhurbaşkanı olmak çok büyük bir şey değildir herhangi bir ahmak onu becerebilir. Aslında dünyanın her tarafında ahmaklar bunu yapıyor. Başka kim bir cumhurbaşkanı ya da bir başbakan olmakla ilgilenir? Hiçbir zaman bilge bir adamın cumhurbaşkanı ya da başbakan olmaya çalıştığını görmedim. Garip bir gerçeğin farkında mısın, geçmişte bazı krallar aydınlanmıştır. Hindistan’daki Ashoka aydınlanmıştır. O dünyadaki en büyük imparatorlardan biriydi. Aslında Hindistan ondan sonra asla o kadar büyük olmamıştı. Hindistan’ın parçaları işgal edilmeye, yeni ülkeler olmaya devam edip durmuştur. Bugünkü Hindistan Ashoka’nın imparatorluğunun sadece üçte biridir. Çin’de, Japonya’da, Yunanistan’da aydınlanmış olan imparatorlar vardı. Bir imparator, imparator olmayı arzulamış kimse değildir. Nasıl ki birisi bir dilenci olarak doğarsa, o da bir imparator olarak doğar. O bunu normal karşılar; kendi soğanı etrafındaki bir hırs katmanı haline gelmez. Ancak biz herhangi bir cumhurbaşkanının, herhangi bir başbakanın aydınlandığını asla duymamışızdır. Bu garip gelir ama nedeni çok açıktır. Cumhurbaşkanları doğmaz, onun için mücadele etmek zorundadırlar, yalan söylemek ve —bu vaatlerin yerine getirilemeyeceğini gayet iyi bilerek— vaat etmek zorundadırlar. Onlar diplomatik olmak zorundadır, onlar ne istediklerini söyleyemezler. Onlar bir şeyler söylemeye devam edip dururlar ve onlar asla onları yapmayacaktır. Politikacı son derece kurnaz olmak zorundadır. Hiçbir politikacının aydınlandığı duyulmamıştır. Bunun basit nedeni, monarşinin kaybolduğu demokratik dünyada ülkenin başı olmanın egonun en büyük arzusu olmasıdır. Ancak aydınlanma arzusu nihai arzudur; ondan daha büyük bir şey arzulayamazsın. Mutlak saadeti istemişsindir, mutlak varoluşsal bilgeliği istemişsindir.
Aydınlanmayı bir arzu haline sokma; aksi taktirde ıskalamaya devam edersin. Sana önereceğim şey aydınlanmayı unutmandır. Onun seninle bir alakası yoktur, onu asla göremeyeceksin; o sen yokken gerçekleşir. Soğanını tamamıyla soyduğunda, egon buharlaştığında, o oradadır. Ancak sen “Ben aydınlandım” diyemezsin. “Ben” artık orada değildir; aydınlanma oradadır. Korku normaldir çünkü tüm kişiliğini bütünüyle bırakmak zorundasın ve bu ise şu an sahip olduğun her şeydir. Onun ötesinde bir şey olduğunu bilmiyorsun. Daha fazlasını elde etmek istiyorsun ve ben ise sana seni sen yapan her şeyi ver diyorum. Korku budur. Eğer korkuyu dinlersen, hiç umut yoktur. Fakat aslında senin neyin var? Kaygı, ıstırap, sıkıntı, çaresizlik, başarısızlık; binlerce kompleks. Senin tüm hazinen budur. Sadece ona bir bak! Bu hazineyi bırakma, kaygılarından kurtulma, sıkıntıyı fırlatıp atma korkusu nedir?
Ancak her şey gerçekten karmaşıktır. Niçin sıkılıyorsun? Ve niçin ondan kurtulamıyorsun? Onun içinde bazı çıkarlar olmalıdır. Karından yahut kocandan sıkılmış olmalısın. Her karı ve her kocanın birbirinden bıktığı, sıkıldığı bir noktaya gelmesi kaçınılmazdır. Ancak bir zorluk vardır. Karına sadece hoşça kal diyemezsin. Çocukların vardır ikiniz de onları seversiniz, bu çocukları kaybetmek istemezsiniz. Çocukları kimin alacağı üzerine mahkemede bir kavga olacaktır; her ikisi de onlara sahip olamaz. Toplumda belli bir prestijin vardır, insanlar sizin model olan çiftlerden biri olduğunuzu düşünür. Çünkü onlar sizi her zaman birbirinize sevgi gösterirken görür. Bir ayin gibi işe giderken karını öpersin, işten döndüğünde karını öpersin. Ne senin için bir anlamı vardır ne de onun için anlamı vardır ve her ikiniz de bunu bilirsiniz. Ve karını öperken içerden kendine “Tüm bu şeylerin canı cehenneme” diyorsun. Ancak insanlar içinden kendine söylediğin şeyi duymuyorlar, onlar sadece görür. “Otuz yıllık evlilik ve sanki arabalarının arkasında yeni evli yazısı yazıyormuş gibi hâlâ çok sevgi dolular. Görünen o ki onların balayı uzadıkça uzuyor: Otuz yıllık balayı!” Bunun sonu yoktur. Topluma girdiğinde rol yaparsın; insanların sahip olduğu sizin en iyi çift olduğunuz fikrini korumak zorundasın. Bunlar senin yatırımlarındır. Belki de sen zengin bir kadınla evlendiğin için zenginsindir. Eğer onu bırakırsan yeniden dilenci olacaksın; bunu yapmak istemezsin. Belki de eşinin iyi görünümü — bu çok garip bir dünyadır—ya da eşinin ilişkileri sayesinde iyi bir işe sahipsin. Eğer karından ayrılırsan işini kaybedebilirsin. O halde sıkıntıdan nasıl kurtulmalı? Can sıkıntısı pek çok yatırımla ilişkilidir. Onun cesarete, büyük cesarete ihtiyacı vardır. Ve sana söylemek isterim ki dilenci olman ama canının sıkılmaması, imparator olup canının sıkılmasından çok daha iyidir. Çünkü sıkıntı ruhsal dilenciliktir. Ve o asla tek başına gelmez. Eğer sıkılıyorsan çaresizlik olacaktır, kaygı olacaktır, ne yapmalı diye zihinde sürekli bir gerginlik. Öldürmek isteyebileceğin bir adam ya da kadınla yaşamaya devam etmek zorundasındır ve onları öpmek zorundasındır. Sıkıntıyı bırakmak her ne pahasına olursa olsun devrimci bir adım demektir; sıkılmış bir insan olarak hayatınla sürünmeyeceksindir. Çünkü yaşamının anlamı nedir? Ve dünyanın her tarafında herkesin sıkılmış olduğunu göreceksin. Birisi işinden, mesleğinden sıkılmıştır. O hiçbir zaman bir doktor olmak istemedi ama anne babası onu daha saygıdeğer, daha kârlı bir iş olduğu için doktor olmaya zorladı. Kâr edersin, saygınlık elde edersin ve hâlâ sana halkın hizmetindeki büyük birisi derler. Çünkü sen insanlığa hizmet ediyorsun. Bu gerçekten muhteşem! Anne baban seni bir doktor olmaya zorladı. Ondan nefret ediyorsun, onu hiç istememiştin, sen bir ressam olmak istedin. Ancak hiç kimse seni dinlemedi, sana, “Sen delirmişsin eğer bir ressam olmak istersen sokakta bir dilenci olarak öleceksin. Tüm bu saçmalıkları unut.
Kişi gençken zihnine her türlü romantik fikir gelir. Sakin ol evlat. Biz de genç olduk ve biz de muazzam şeyler hayal ettik. Ama şimdi biliyoruz ki tüm bu romantik fikirler sadece geçici bir hevestir. Eğer senin bir ressam olmana izin verirsek bizi asla affetmeyeceksin. Senin bir ressam olmana izin veremeyiz” dediler. Sen bir müzisyen, bir dansçı, bir heykeltıraş olmak istedin. Ama hiç kimse seni desteklemeyecektir. Sen bir dansçı olmak istedin ve bir iş adamı haline geldin; bundan sıkılırsın. Bir gün kendini gerçekten bir ağaca asıp her şeyi bitirmek istersin. Ancak bunu da yapamazsın çünkü yapılacak çok şey vardır: Vergi iadesi formlarını doldurmak zorundasındır ve vergi dairesi senin peşindedir… Kendini asacak vaktin yoktur. Etrafında bitmemiş çok fazla şey var. Önce her şeyi bitirmen gerekir. Ondan sonra kendini gidip asarsın. Ancak her şey her zaman bitmemiş kalır. Ve kendini asma fikri sana birazcık rahatlama sağlar, durum ne olursa olsun her zaman bir çıkış olması sana belli bir zevk verir: Her zaman kendini asabilirsin. O yüzden ne acelesi var. Ve kim bilir? Yarın bir şeyler değişebilir. Doğru kadını bulabilirsin. Doğru kadın yoktur, doğru erkek yoktur. Hiç kimse öyle birini bulamamıştır. Ancak doğru erkeği doğru kadını bulma fantezisi… Her çift ilk kez âşık olduklarında birbirleri için yaratılmış olduklarını zanneder: Her zaman için hayalini kurduğu kadın budur. Hep düşündüğü, arzuladığı kadın, erkek budur. Ancak balayı bittiğinde yanlış kişiye yakalandığını bilirsin; birbiriniz için yaratılmadınız. Ama fanteziler kurmaya devam edersin “Belki başka bir kadın?” çünkü dünya kadınlarla doludur, erkeklerle doludur. Bu kez kaçırdın. Bir daha ki sefer… Arkadaşlarımdan birisi üç kez evlendi. Hindistan’da boşanmak zordur. Neredeyse tüm hayatı boşa gitti; kadınlar baş belasıydı. Kanun kolay değildir ama o bir şekilde başardı çünkü Hindistan’da bir şekilde her şeyi başarabilirsin, ihtiyaç duyulan tek şey paraydı ve onun parası vardı. Herkese rüşvet verebilirsin. Bu ulusal bir gelenekti ve yeni değildir, çok eskidir. Hintliler Tanrı’ya rüşvet vermektedir o halde bir memura ya da hâkime rüşvet vermekten niye çekinsin? Hintli tapınağa gittiğinde tanrısına, “Eğer bu piyangoyu kazanırsam sana beş rupi değerinde tatlı sunacağım” ya da “On bir tane brahmin’e ziyafet çekeceğim der.” Bu nedir? Ve piyango bir milyon rupidir; beş rupiye bir milyon rupi kazanmaya çalışıyor. Ve asırlardır Hintliler Tanrı’ya rüşvet vermektedirler, bu onların geleneğidir. Kimse bundan gocunmaz. Herhangi birisine rüşvet verebilirsin; ne o bundan gocunur ne de sen kötü hissedersin çünkü o senin işini yapıyor. Bu neredeyse iş için ödeme yapmaktır. Ve o senin ona verdiğin rüşvetten çok daha pahalı bir iş yapıyor. Her şeyi başarabilirsin. Cinayet işleyebilirsin ve mahkeme tarafından saygıyla serbest bırakılacaksın; ihtiyaç duyulan tek şey paradır. Bu yüzden kişi yarın her şeyin farklı olacağını zannetmeye devam eder. Arkadaşım üç kez eş değiştirdi. Ve her zaman bana, “Gelecek sefere, şimdi kurtulmaya çalıştığım gibi bir kadına âşık olmayacağım. O gerçek bir kaltak” derdi. Ve ona, “Sen her zaman gerçek bir kaltağa âşık olacaksın” dedim. “Bu garip. Sen hep ısrar edersin ve hayret verici olan şu ki her zaman haklısın! İkinci kadın ilki kadar kaltak olduğunu gösterdi, üçüncü kadın da diğerleri kadar kaltak olduğunu kanıtladı. Nasıl bunu tahmin ediyorsun?” dedi. “Tahmin etmiyorum, ben bir astrolog değilim. Sadece seni tanıyorum; ne tür bir kadının seni çekeceğini biliyorum. Niçin ilk kadına âşık oldun? Kadının hangi niteliklerinin seni cezp ettiğini düşündün, analiz ettin mi? Ve ikinci kadını senin için kim bulacaktı? Yine sen. Ve sen yine aynı şeylere çekilecektin. “Sen değişmedin, cazip buldukların değişmedi. Sen asla bu kadını seçme konusunda sorumlu hissetmedin. Bu nedenle üç seferdir aynı tür eşyaya sahip oldun…yeniden ve yeniden ve yeniden. Bunun boşanmayla alakası yok, bunun kadınları değiştirmekle alakası yok; senin zihnini değiştirmenle alakası var” dedim. Ancak insanlar her zaman bir şeyleri başkasına atmayı severler. Çocukların hippi olmaya başladığı için endişeleniyorsun. Kızın uyuşturucu alıyor, oğlun yanlış olan her şeyi yapıyor: Uzun saç, sakal, uyuşturucular ve üniversiteden atılmış. Kaygılısın: Ne olacak? Kendi kaygını kızın üzerine, oğlanın, karının üzerine atıyorsun; herkes bu işi görecektir.
Zannediyor musun ki, oğlun mükemmel bir şekilde doğru yoldan gitseydi, kızın evlilik öncesinde hamile kalmayacak olsaydı, onlar uyuşturucu almasalardı kaygısız olabileceğini mi sanıyordun? Kızları ne derlerse yapan, oğulları anne babasının istediği şekilde eğitim gören pek çok insan tanıyorum; yine de onların başka bir şey için endişeleri var. Onlar endişelenecekleri başka bir nesne bulacaklardır. Çocukların varsa çocukların hakkında endişelenirsin. Çocukların yoksa niçin Tanrı’nın sana çocuk vermediğinden endişelenirsin. Bizim bu dünyamız, görünen o ki her türlü hayvanın olduğu bir hayvanat bahçesi gibidir. Egonun katmanlarını bırakmak demek psikolojik bir intihar etmeye hazırsın demektir. Ben ona sırf iyi bir isim vermiş olmak için sannyas diyorum çünkü şayet ona ‘intihar’ dersem daha da çok korkacaksın. Buraya aydınlanmaya geldin, intihar etmeye değil. Ancak gerçek şudur ki intihar etmediğin sürece aydınlanma yoktur. İnsanlar aydınlanma istiyor ve hiçbir şeyi bırakmak, hiçbir şeyi kaybetmek istemiyorlar. Sen aydınlanmayı olduğun halinle istiyorsun. Şimdi, bu mümkün değildir. Seninle özdeşleşmiş olan pek çok şeyi kesip atmak zorunda kalacaksın. Ve benim sürekli olarak yaptığım şey budur: Sana darbe indirmek, sana vurmak, seni şok etmek. Ve sürekli olarak seni şok etmek, canını yakmak, yaralamak için mümkün olan her şeyi yapmaya devam edeceğim çünkü yaralananın senin egon olduğunu, incinenin egon olduğunu fark etmeni istiyorum. İçindeki korku içgüdüsünün peşine düşme çünkü bu seni bir korkak yapacak; o senin insanlığını aşağılar. O kendin tarafından yapılan bir aşağılamadır. Ne zaman bir korku görürsen, onun üzerine git! Basit bir kriter: Ne zaman bir korku görürsen, onun üzerine git ve her zaman egonun basitçe kaybolacağı ana doğru gelişiyor, genişliyor, yöneliyorsundur çünkü onun tüm işlevi korku vasıtasıyladır. Ve egonun yokluğu aydınlanmadır; o artık bir şey değildir. Aydınlanma sana eklenen pozitif bir şey değildir. Aydınlanma bütünüyle bir olan sensindir. O negatif bir olgudur; sen artık yoksun. O senin başına gelmez, o sen onu artık engellemediğinde, yok olduğunda gerçekleşir. Bu nedenle aydınlanmayı psikolojik bir intihar olarak isimlendiriyorum.
.....
|